Bir Çatının İzdüşümleri: Ondokuzuncu Yüzyıl Doğu Anadolu’sunda Bir Osmanlı Ermeni Ailesinin Konutu

Bir Çatının İzdüşümleri: Ondokuzuncu Yüzyıl Doğu Anadolu’sunda Bir Osmanlı Ermeni Ailesinin Konutu

Read this post in English

Kuzey İngiltere’deki evimizi alır almaz yapmak zorunda kaldığımız ilk ciddi yatırım metazori bir şekilde yüz yıllık arduvaz çatıyı yenilemek oldu. Ne yaşadığımız mekanların kalitesini arttıran ne de yerden baksan görünen bir tamirat olmadığı için, gerekli de olsa tuzlu geldi bana bu masraf!

Bu kuyruk acısı, halihazırdaki araştırma bölgem Mezre’de (günümüz Elazığ kent merkezi), şimdilerde yalnızca eski zaman fotoğraflarında görülebilen ve beş adet bitişik konuttan oluşan sıra evin çatısına odaklanmamın nedeni olabilir. Bu konutların mimarisi ne Mezre’nin yanıbaşındaki Harput Kalesi yamaçlarındaki mahallelerdekilere ne de Kalenin eteklerindeki geniş düzlüğe yayılan elliyi aşkın köydekilere benziyordu. Ama binanın bana özellikle ilginç gelen yanı çatısının metal olmasıydı. O dönemde Osmanlı İmparatorluğunda bu cins prefabrik çatı paneli imal edilmediğine göre, bu malzeme bir yerlerden ithal edilip bu ücra diyardaki şantiyeye getirilmiş olmalıydı. İşte uzun ve zahmetli olacağını zaten tahmin ettiğim bu sürecin izini sürmek beni Osmanlı İmparatorluğunun doğu eyaletlerinde kesişen yerel ve küresel ticaret, din, ve diplomasi ağlarıyla yüz yüze getirdi.

Halk arasında Beşkardeşler olarak bilinen bu sıra evler, Fabrikatoryan ailesine mensup beş erkek kardeş ve onların eş ve çocukları için inşa edilmişti. Yapı gerek kütle, gerek kompozisyon ve gerekse de malzemesiyle özgün bir görünüm arz ediyordu (Resim 1). Bu yörede muhtelif kuşaklar ve kardeş çocuklarından oluşan aileler genellikle birbirlerine yakın otursalar da bu tür konutlar bir kerede ve tek bir tasarım projesi olarak üretilmiyor, genellikle zaman içinde yeni eklerle büyüyen bina kümelerinden oluşuyordu. Beşkardeşler gösterişli ve bol detaylı işçiliği ile de göze çarpıyordu. Yekpare olarak inşa edilen yapının her biriminin bahçe kapısından içeri girince ana giriş kapılarının üzerinde yeralarak güneş ve yağmura siper olan Fransız balkonlu çıkmalar, birimlerin sınırlarını düşey olarak vurgulayan süslü bacalar ve bacaların aralarında adeta dantel gibi işlemeli denebilecek çatı pencereleri gerçekten de yirminci yüzyıl başı Mezre’de daha önce hiç görülmemiş öğelerdi. Bu yörede en yaygın inşaat malzemeleri çamur, kerpiç ve ahşaptı. Elbette bazı varlıklı ailelerin ahşap hatıl ve lentolarını alımlı cephe kompozisyonlarına katan sıvasız kâgir konakları ve bu konakların çevrenin eşsiz doğal güzelliğini alabildiğine gözler önüne seren çıkmalı pencereleri vardı. Beşkardeşler de bu zengin konaklar gibi kâgirdi ama onlardan farklı olarak cephesi sıvalıydı ve köşeleri de iri taş motifleriyle bezenerek vurgulanmıştı. Çıkmaları diğer yerel örneklerde olduğu gibi belli bir yöndeki manzarayı yakalamak ya da eğri bir parseli üst katta daha düzgün bir geometriye oturtabilmek için değil de binanın diğer cephe elemanları gibi ritmik bir kompozisyonu zenginleştirecek şekilde tasarlanmıştı.

Resim 1. Beşkardeşler terraced homes, ca 1930. Fotoğraf M Süruri, URI : https://archives.saltresearch.org/handle/123456789/195650 - SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi.

Beşkardeşlerin metal çatısı ise o dönemde İmparatorluğun neresinde olursa olsun nadir görülen bir uygulamaydı. Doğu Anadolu’da konutların çoğunun damı topraktandı. Mezre’de bazı önemli kamu binalarında ve varlıklı ailelere ait konutlarda kısmen veya tamamen kiremit de kullanıldığı oluyordu (Resim 2). Mezre’nin kendisi genelde düzayaktı, ancak çevredeki yerleşimlerin çoğunluğu kadim sulama sistemlerinin gereklerine de bağlı olarak yamaç eteklerinde konumlanmıştı. Çoğunlukla eğime oturacak şekilde inşa edilen konutların düz damları yazın sıcak havalarda uyumak dahil ailelerin dış mekan ihtiyaçlarını karşılıyordu. Ahşap yatay elemanlar üzerine bastırılmış topraktan yapılan bu çatılar genellikle çok bakım gerektiriyordu. Yağmurlardan sonra loğlanmaları, kışın üzerlerinde aşırı kar yükü toplandığında kürenmeleri zorunluydu. Zaten nadir olan metal çatılar ise ancak bazı kurumsal binalarda bulunuyordu. Sac dayanıklı ve daha az bakım gerektirmekle birlikte pahalı bir malzemeydi.

Resim 2. Yirminci yüzyıl başında Harput, genel görünüm. Fotoğraf M Süruri, URI: https://archives.saltresearch.org/handle/123456789/195660 - SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi.

Prefabrik sac çatı panellerinin pahalı olma nedeni ise ithal edilmeleri, dolayısıyla fiyatlarının kur değişimlerinden etkilenmeleri ve de Osmanlı İmparatorluğu ile ihracatı yapan Amerika Birleşik devletleri arasında birim paranın alım gücünün çok farklı olması idi. Bunun üzerine bir de nakliye ve sigorta masrafları ekleniyordu. Mezre her ne kadar Bağdat’a giden işlek bir kervan yolu üzerinde olsa da girişin yapıldığı Samsun limanına bozuk yollarla neredeyse 500 kilometre mesafedeydi. Üstelik taşınacak yük ağır ve de biçimsizdi. Yük hayvanları ve bazen de hayvanlar tarafından çekilen arabalarla yapılan taşımacılık en iyi şartlarda iki hafta sürüyordu. Mal kışın geldiyse daracık dağ geçitlerini kar kaplamış oluyordu. Baharda ise çamur ve balçık hayvanların kaymadan emin adımlarla ilerleyebilmesinin önündeki en büyük engeldi. Böyle olunca, sipariş verilmesi ile mal teslimi arasında neredeyse beş ilâ yedi ay geçiyordu. Yolun meşakkatinden başka, bölgede yaşayan milletler arasında gittikçe artan gerginlik ve sıkça rastlanan eşkıya baskınları kervanların yol boyunca güvenliğini ciddi şekilde tehdit ediyordu. Söz konusu risklerin bedeli nakliye fiyatlarında veciz bir ifade bulmuştu: Aynı sevkiyat için New York'tan Samsun'a navlun fiyatları, sigorta ve araba dahil 18.47 dolar ödeniyordu, ancak Samsun'dan Mezre'ye nakliye bedeli 55 dolardı![1]

Bu konutların mimarisi ne Mezre’nin yanıbaşındaki Harput Kalesi yamaçlarındaki mahallelerdekilere ne de Kalenin eteklerindeki geniş düzlüğe yayılan elliyi aşkın köydekilere benziyordu. Ama binanın bana özellikle ilginç gelen yanı çatısının metal olmasıydı.

Uzun lafın kısası zengin detayları, özenle düşünülmüş tasarımı, pahalı malzemeleri ve kaliteli işçiliği ile Beşkardeşler, İmparatorluğun bu fakir köşesinde bambaşka hatta kozmopoliten denebilecek bir zevk ve görgünün varlığını sergiliyordu. Bu yönüyle bina bölgenin en önemli sanayicileri olarak Fabrikatoryan ailesinin azim ve başarılarının yadsınamaz bir ifadesiydi.

Beş kardeş olan Fabrikatoryanlar modern bir ipek dokuma fabrikasının ikinci kuşak sahipleriydiler. Fabrikanın kurucusu aslen Arapgirli olan babaları Krikor (1828-1902) son derece yetenekli ve çalışkan bir genç olarak, önce kendi babasıyla sonra tek başına yıllarca Osmanlı İmparatorluğunun önemli tekstil merkezlerinde çıraklık yaptıktan sonra kendi gayretleri ile gittiği Fransa’nın ipek dokuma merkezi Lyon’da hem aletler hem kumaşlar üzerine iki yıl eğitim alıp memleketi Arapgir’e dönmek yerine onun 90 kilometre doğusundaki Mezre’ye yerleşerek ilk tezgahlarını kurmuştu. Kurduğu fabrikanın uzun vadedeki başarısını düşünerek de beş oğlunu ayrı ayrı Mısır, Fransa ve Amerika’da ipek üretimi yapılan merkezlere eğitim ve inceleme için yollamış ve Amerika’dan son model buharla işleyen dokuma tezgahları ithal etmişti. 1880lere gelindiğinde, defalarca ciddi zorluklar yaşamalarına rağmen, ailenin ürettiği ipek dokumalar yurtta ve dış dünyada pek çok başarılar elde etmiş, hatta 1893 yılında Chicago’da yapılan dünya fuarında (World’s Columbian Exhibition) madalya bile kazanmışlardı. Krikor’un bu başarısını taltif etmek için de dönemin sultanı II. Abdülhamid aileye ihracat-ithalat vergileri konusunda muafiyetler tanımış, Beşiktaş’ta da bedava depo kullanma hakkı vermişti. Ayrıca, çok özel bir iltimas olarak Krikor’a İpekçiyan’dan Fabrikatoryan’a yeni değiştirdiği soyadını kumaşlarının kenarına marka olarak dokuma izni vermişti.

Krikor Fabrikatoryan’ın 1870’lerde Mezre’ye yerleşmesi aslında gayet akıllıca bir karardı. O yıllarda daha yeni oluşmakta olan Mamuret-ül Aziz vilayetinin yönetsel merkezi olarak beliren Mezre, tarihi bir yerleşim olan Harput kasabasına yaklaşık beş kilometre mesafede, ve daha önemlisi Samsun-Bağdat yolunun da hemen üzerinde idi. Bu nedenle evvelce Harput’ta oturan tüccar ve üreticiler de yüzyılın sonuna doğru artarak önce iş yerlerini daha sonra da konutlarını Mezre’de konumlandırmaya başlamışlardı. Beşkardeşler Mezre’nin batısında, kendi fabrikalarına komşu bir parselde ve de yeni kurulmakta olan idari merkezden sadece iki blok uzaklıktaydı. Harput’taki koleji işleten Amerikan misyonerlerinin yeni kurduğu Protestan kilisesi ile 1901’de açılan Amerikan konsolosluğuna ise yürüyerek birkaç dakikada ulaşılabiliyordu (Resim 3).

Resim 3. Mezre hava fotoğrafı, Elazığ, 1925 civarı. 1-Beşkardeşler 2-Beşkardeşler İpek Fabrikası 3-Alman Yetimhanesi ve Misyonerlik binaları 4-Protestan Kilisesi. Fotoğraf M Süruri, URI: https://archives.saltresearch.org/handle/123456789/195653 - SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi.

Başkan McKinley tarafından bölgeye atanan ilk Amerikan Konsolosu Thomas Norton 1901 Ocak ayında Mezre’ye geldiğinde gündeminde iki öncelik vardı. Bunlardan birincisi bölgede yaşayan milletler arasında gittikçe artan gerginliği gözlemlemek ve buradaki Amerikan vatandaş ve çıkarlarını korumaktı. Uzunca bir süredir etnik-dinsel çatışmalarla sarsılmakta olan Harput ve çevresinde Amerika’dan gelen Protestan misyonerlerin 1852 yılında Fırat Kolejini açmasından beri burada yaşayan Osmanlı Ermenileri artarak Amerika’ya göç eder olmuştu.[2] Öyle ki, 19. yüzyılın son on yılında ABD’ye Osmanlı İmparatorluğundan gelen göçmenlerin dörtte beşi bu bölgenin Ermenileriydi. Gelenlerin pek çoğu Amerikan vatandaşlığı alsalar da ana vatanları ile ilişkilerini çok sıkı tutuyorlardı. Gurbetten yolladıkları paralarla Harput çevresinin yerel ekonomisini destekledikleri gibi, tüm güvenlik sorunlarına rağmen memlekete dönüp yeni işler kurdukları da oluyordu.

Norton’un ikinci amacı da Osmanlı İmparatorluğu ile ABD arasında bu artan trafikten yararlanarak, iki ülke arasındaki ticari bağlantıları pekiştirmekti. Ne denli gerçekçi olduğu ciddi şüphe götürse de merkeze yolladığı konsolosluk raporları ve Amerikan ticari yayınlarına yazdığı kısa haberlerde büyük bir heyecanla diğer Batı ülkelerinin pek varlık göstermediği bu bölgede Amerikan şirketlerinin önemli avantajları olduğunu iddia ediyordu. Fırat Kolejinde okuyan ya da Amerika’da çalışıp yaşamış ve bu sayede Amerikan mallarının kıymetini bilen Ermenilerin yalnızca hazır müşteri değil, çok da uygun iş ortakları olabileceklerini ileri sürüyordu. Bu amaçla Norton hem yerel iş adamlarıyla hem de bölgede merkezi devletin varlığı yoğunlaştıkça sayıları artmakta olan Osmanlı bürokratlarıyla sıkı ilişkiler kurdu. Hatta konsolosluk binasının alt katına kataloglardan alışveriş yapmaya pek alışkın olmayan müstakbel müşterileri için bir de kalıcı Amerikan malları sergisi açtı.

Arif olanlar, Fabrikatoryan ailesinin Beşkardeşler binasını kendilerini azim, ticaret, inanç, ve diplomasinin kesiştiği noktada konumlandırmak için nasıl kullandığını gayet kesin olarak anlayabiliyordu.

Diğer ithal mallarından farklı olarak, prefabrik saç çatı panoları sergiye konarak değil yerinde bir örnekle tanıtılmaktaydı. 1894-96 yılları arasında devlet destekli Hamidiye Alaylarının bölgede ağırlıkla Ermenilerin yaşadığı muhtelif yerleşim merkezlerini talan ettikleri saldırılar esnasında Fırat Koleji de çok ciddi hasar görmüştü. Binaların tamiratı yapılırken kolejin yeni çatılarında Norton’un memleketi olan Ohio eyaletindeki American Steel Roofing şirketi tarafından üretilmiş sac paneller kullanılmaktaydı (Resim 4). Norton’a göre metal çatı malzemesinin “kolay kırılan kiremit çatılara ya da bugüne değin çok kullanılan toprak çatılara göre üstünlüğü aşikar[dı].”[3] Özetle, sonraki yıllarda Fırat Koleji örneğinden esinlenerek Mezre’de belediye binası, beş kilise, ve Fransız misyoner okulu da Amerika’dan çatı panelleri ithal ettiler. Fabrikatoryan ailesi de hem fabrika ve hem de konutlarının çatılarında sac kullandı. Her konuda Fabrikatoryan’lardan heveslenen ve onların izlerinde yürüyerek Mezre’ye ikinci büyük ipek fabrikasını yaptıran Boghos Jafarian da çatı malzemesi olarak saç panel kaplama seçti.[4]

Resim 4. Fırat Koleji, Müdürün odasından görünüm (1902-1903). Yetimhanedeki erkek çocukların okuldan dönüşü. Kolej binalarının bir kısmı yerel mimari bir kısmı daha modern bir şekilde inşa edilmişlerdi. Resimin sol tarafında 1896’daki olaylarda çıkan yangından sonra yeniden yapılan yeni metal çatılı binalardan biri. Fotoğraf: Sursurian, URI: https://archives.saltresearch.org/handle/123456789/43966 - United Church of Christ (UCC), American Research Institute in Turkey (ARIT), SALT (Araştırma).

Aslında Beşkardeşler binasın için böylesine gösterişli ve pahalı bir çatı kaplama tercih edilmesine pek de şaşırmamak gerek. Osmanlı devleti bu dönemde bölgede asayişi temin etmekte açıkça başarısız kalmıştı. Ermeni milleti ise derhal bağımsızlık isteyen guruplarla Osmanlının çoğulcu bünyesinde kalarak daha geniş yasal ve vatandaşlık hakları aramayı tercih edenlerin çekişmeleri nedeniyle kendi içinde ciddi gerilimler yaşıyordu. Öte yandan Ermeni kilisesi bir yandan kendi hiyerarşisi içindeki yolsuzluklar bir yandan da misyonerlerin yarattığı rekabet nedeniyle geleneksel toplumsal liderlik rolünü üstlenebilmekten uzaktı. İşte tam da bu şartlar çerçevesinde Fabrikatoryanlar, 300 işçi çalıştıran fabrikaları ve dünya sahnesindeki başarılarıyla—özellikle bölgede yaşayan Ermeni nüfus için—kurumsal bir kudret imgesi sergileyebilecek güçte idiler. Konutlarının üzerindeki metal çatı da bu imgenin somut bir ifadesiydi. Arif olanlar, Fabrikatoryan ailesinin kendilerini azim, ticaret, inanç, ve diplomasinin kesiştiği noktada konumlandırmak için Beşkardeşler binasını nasıl kullandığını gayet açıkça anlayabiliyordu.

Bugün Elazığ’ın merkezini oluşturan Mezre’de ne Beşkardeşler ne de ailenin ödüllü fabrikası kalmış geriye. 1915 Ermeni Tehcirinden Fabrikatoryan’lardan bir iki fert dışında kimse sağ kurtulamamış. Beşkardeşleri oluşturan birimler zaman içinde kamu ve özel kullanım arasında seneler boyunca oldukça sık el değiştirmişler. En son 1980li yıllarda bakımsız kalan bina yıkılıp yerine çok katlı apartmanlar inşa edilmiş. Kent dokusunda bu mağrur binadan hiç bir maddi iz yok. Ama kaderin cilvesi bu ya, Beşkardeşler artık orada olmayan binanın semtine isim vererek yokluğunda bile bir şekilde yaşamaya devam ediyor.

Teşekkür:

Bu araştırma için gerekli parasal destek Newcastle Universitesi Architectural Research Collaborative merkezi tarafından sağlandı. Tanınmış yerel tarihçi Mustafa Balaban hocam Mezre ve Harput konusunda eşsiz bir rehberdi. Restorasyon uzmanı Mimar Yavuz Özkaya da büyük bir ihtimamla tercümeye yardım etti. Burada hepsine saygıyla teşekkür ederim.

DİPNOTLAR:

[1] United States Bureau of Foreign Commerce, Consular Reports: Commerce, Manufactures, Etc (U.S. Government Printing Office, 1902), 177–78.

[2] 1852’de bir dini eğitim okulu olarak hizmete giren kolej, zaman içinde büyüdü ve muhtelif isim değişikliklerinden sonra 1888’de Fırat Koleji adını aldı. Ermeni Apostolik Kilisesinden Protestanlığa geçiş Ermeni milletinden ihraç edilmek anlamına geldiğinden pek çok Ermeni mezhep değiştirmedi. Ancak bölgede sayıları giderek artan Amerikan misyoner okullarına çocuklarını yollamaya devam ettiler. Bu okullar Harput yamaçlarına kurulu Fırat Kolejini besleyen bir sistem olarak işlev görüyorlardı. Fırat Koleji okuma-yazma, matematik, yabancı dil, ve muhtelif mesleklerde temel eğitim veriyor çocuklara da bu vesileyle yeni ufuklar açıyordu. Misyonerler Ermenilerin okula inançtan ziyade daha iyi bir gelecek edinebilmek için geldiklerinden şikayet de etseler, bölgedeki çalışmalarını genişletmeye devam ediyorlardı.

[3] United States Bureau of Foreign Commerce, Consular Reports: Commerce, Manufactures, Etc (U.S. Government Printing Office, 1903), 249–50.

[4] Boghos Jafarian, Claire Mangasarian, and Leon Mangasarian, Farewell Kharpert: The Autobiography of Boghos Jafarian (Madison, WI: C. Mangasarian, 1989), 71–73.

De escombros a ruinas: la respuesta al temblor 19S y el proceso de reconstrucción en la Ciudad de México

القاهرة بسكونها وضوضائها

القاهرة بسكونها وضوضائها